Kerry Freedman’ın
yazmış olduğu “ Teaching Visual Culture” (Görsel Kültürü Öğrenmek)
kitabının Bölüm 1 “Mesleki Alan” konusunu incelemiş ve bu bölümün ilk
başlığı olan “ Biçimlerin Sınırlarına Zorlanma” hakkında kendi ilgi ve
tutumlarıma dayanarak Teaching Visual Culture kitabına bağlı kalarak hazırlamış
olduğum bu metinde Arte Povera akımı kurucularından Antoni Tàpies ve Gri
İktidarını ele alacağım.
Teaching Visual Culture
Bölüm 1: Mesleki
Alan
İnsan
var olduğu zamandan beri bir takım şeylerin inşası içindedir. Bunlar kimi zaman
barınmak için kimi zaman daha kaliteli yaşayabilmek adına yapılmaktadır.
Milattan önceki zamanlarda insanlar yabani hayvanlar ve doğa olaylarından
korunabilmek adına M.Ö 3.bin yılda Güney (Aşağı) Mezopotamya’da kentleşmenin
ilk adımları atıldı, M.Ö 4. bin yılın ikinci yarısında somut olarak ilk Uruk ve
çevresinde görülen kentleşme( Özlem Çevik , Anadolu’da
Kentleşme Süreci , İzmir , Doktora Tezi , Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü , İzmir -2004, s.30)
Challenging the Boundaries of Forms (Biçimlerin Sınırlarına
Zorlanma)
M.Ö 7000’li yıllarda
Konya- Çatalhöyük ile Anadolu topraklarına taşındı.( blog.milliyet.com.tr)
Bakıldığı zaman “Kentleşme”
dediğimiz gri iktidarı M.Ö tamamen yaşamı sürdürebilmek adına ve doğaya geri
dönebilecek şekilde inşa edilmiştir. Barınmak için oluşan kentleşmelerde
yapılar kerpiç , ahşap , taş , toprak vs. gibi organik malzemelerden
yapılıyordu. Herhangi bir yıkılma durumunda geri dönüşüm sağlanıyor ve doğa bu
malzemeleri kendi içine alabiliyordu. Ancak 21.yy bakacak olursak artık yapılar
tamamen kimyasal malzemelerden ve tamamen doğaya zarar verir şekilde inşa
ediliyor. Benim konum tam olarak burada başlıyor, modern dünyanın betonlaşması
ve duvar iktidarı.
İnsanlar yapılan bu doğa katliamının bütün sonuçlarını bilirler, öyle ki yok
edilen doğanın insan psikolojisi üzerinde yıkıcı etkisi olduğunu, yaşam
kalitesini düşürmekle birlikte sağlıksız insan sayısının arttığına da
hakimdirler. Modern dünyada bu zararlı etkilerin tamamını görmezden gelmenin bir
sebebi var tabi ki , rant yarışları ve insanların bitmek bilmeyen
hırsları sayesinde kent toprağına verilen zararlar geri dönülemeyecek
noktalara geliyor. Peki ya insan neden varoluşundan buyana yaşamını
sürdürdüğü evreni yok etmek için sürekli bir çaba altında ? Evren katliamı ilk
olarak Bilişsel devrim ile başladı. “Sapiens yerleşiminin hayvan
Krallığı’nın başına gelmiş en büyük ve en hızlı felaketlerden biri olduğu
yorumu kaçınılmaz olarak ortaya çıkar bundan en fazla etkilenenler büyük
ve tüylü canlılar oldu. Bilişsel Devrim'in gerçekleştiği dönemde dünyada 50
kilogram dan daha ağır 200 civarında büyük kara memelisi yaşıyordu. Tarım
Devrimi döneminde sadece 100 tanesi kalmıştı. Homo sapiens, insanlar tekerliği
yazıyı veya demirden aletleri icat etmeden çok önce gezegendeki bütün
hayvanların yarısını yok etmişti.” Avcı ve toplayıcılar önce
hayvanları yok etmeye başlayarak evrene zarar vermeye başladı. Sonrasında Tarım
Devrimi ile doğanın katli başlamıştı artık. “İnsanların sık çalılıkları ve
ormanları yakması da buğdaya yaradı. Ateş, ağaçları ve çalıları temizleyerek
buğday ve diğer otların günışığını, suyu ve diğer besinleri tek başlarına
sömürmesine yardımcı oldu.”(Yuval Noah Harari ( Çev. Ertuğrul Genç ) Sapiens
İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi , Berdan Matbaacılık, İstanbul ,2015 , s.96)
Görüldüğü
gibi dünyaya verilen zarar, betonlaşma ve duvar iktidarı ile başlamamıştı
elbette insanlar katliama çok daha önceden başlayarak ,önce hayvanları daha
sonra ormanları ve şimdi bütün çevre ve havayı katlederek devam etmekte.
Sapiens kitabı insanlar için şöyle bir tanımlama yapıyor ; “ Tarihsel kayıtlar
Homo sapiens’in bir ekolojik seri katil olduğunu gösteriyor.” ( Yuval
Noah Harari ( Çev. Ertuğrul Genç ) Sapiens İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi ,
Berdan Matbaacılık, İstanbul ,2015 , s.78)
Ne kadar muazzam ve gerçek
bir teşhis bizler ekolojik birer seri katiliz doğru. Hayvanları keser biçer ,
kürkler , mantolar yapar hırs bürümüş gözlerimiz ile onlara bakarız. Ormanları
ve ağaçları yakar ,keser mükemmel binalar ,siteler, alışveriş merkezleri
inşa ederiz. Ekolojik birer seri katilken zamanla kendimizin seri katili
olmaya başladık artık. Ormanları yakalım oksijen gitsin fabrikalar hava
kirlilikleri gelsin. Daha fazla bina daha fazla insan daha fazla ölüm ve sonu duvar
iktidarı..
Modern dünyada betonlaşma o kadar arttı ki dünya üzerinde yeşil alan her geçen
gün azalmakta. Çalışmalarımda ele aldığım konu tamamen sanayi ve betonlaşma
üzerine dikkat çekmek istediğim kısım ise doğada değişen ekolojik sistem ve
artık görmekte zorlandığımız yeşil rengi. Öyle ki İstanbul’da yeşil alan %2,2
dünya başkentlerinin bilgilerinin bulunduğu World Cities Culture Forum (http://www.worldcitiescultureforum.com/)
2009 raporuna göre
İstanbul’da yeşil alan % 1,2 2015 Raporuna göre ise % 2,2 yaşanılan
hava kirliliği ve oksijen yetersizliği yeşil alan arttırma projelerini de
beraberinde getiriyor.
Dünyada yeşil
alanlara bakacak olursak yüzdeler şu şekilde;
World Cities Culture
Forum Raporu Verileri
2015
Geçmiş sanat akımlarına bakacak olursak birçok sanatçı
dönemine göre eserler yapmıştır bu dönemler onları farklı düşünmeye itmiş
ve kimi dönemlerin akımlarını oluşturmuştur. Yaşanılan o dönemde savaş
varsa ölüm, yıkım, acı gibi konular benimsenmiş daha romantik dönemler
ise peyzaj , portre vs. konularını işlenmiştir. Picasso’dan yıla çıkacak
olursak sanatçının belli dönemleri vardır. Mavi dönem , pembe dönem ve
kübizm. Ressam mavi döneminde o yıllarda
sirk dünyasının hüzünlü yüzünü resmeder. Bu dönemin mavi ismiyle
nitelendirilmesinin sebebi, mavinin hüznü temsil etmesi kadar, sanatçının
eserlerinde tek renk olarak maviyi ve tonlarını kullanmasından da kaynaklanır.
Ressamın pembe döneminde mavi dönemine kıyasla
daha neşeli konular içerir. Cambazlar ve gezgin sirkler bu dönemde picasso’nun
vazgeçilmez konuları arasındadır. Kübizmde ise Picasso nesneleri geometrik
formlar oluşturacak şekilde basitleştirir ya da geometrik şekillere
böler. Verilen örnekte olduğu gibi Sanat dönem şartlarına
göre evrilmektedir. .. 21.yy’da
etrafımıza baktığımızda endüstri, sanayi , beton vs. insan psikolojisini
melankoliye sürükleyen fazlaca nesne görürüz. Kafamızı çevirdiğimiz her yön
muhakkak betona bürünmüş ve doğayı unutturmuştur. Sanayi sanatın bir konusu
haline gelmiş ve sanatın içine girmiştir. Sanayileşme ile gelişen
fabrikalar ve sanayi malzemelerini işlemek dökülen duvarları resmetmek ,
küflenen demirlerin o muazzam rengini tuvale vurmak bana oldukça haz veren
objelerdendir. Çalışmalarımda doğanın yorgunluğu, sanayinin donukluğu ,
terkedilen mekanlar ve bunların insanlara hissettirdiklerini yansıtmak
istiyorum.
Antoni Tapies ve arkadaşları ile geliştirdiği sanat akımı “Arte
Povera (Yoksul Sanat)”. Antoni Tapies öncelikle yaptığı çalışmaları ile
dikkatimi çeken bir sanatçı çalışmalarında yırtık tuvaller , saman , sicim ,
kumaş parçaları ve eski çoraplar gibi artık malzemelerin üstüne karalanmış eski
duvar yüzeylerini anımsatacak biçimde gelişigüzel boyalar sıçratmaktadır.
Yoksul Sanat ise ; “İtalya'da 1960'ların sonlarında sanatçılar
yalnızca resmî, endüstri ve kültür kurumlarına karşı çıkmakla kalmayıp, sanatın
bireysel bir ifade olarak var olmasının etik bir nedeni olup olmadığını da
soruşturmaya başlamıştı. Düşünsel ve tasarımsaldan kaçınarak, doğanın, yaşamın
ve davranışların temellerine ulaşmayı hedefleyen bu sanatçılar, sanat nesnesi
yerine, yaşam koşullarına verdikleri önemle yalnızca gerçek olanı duyumsamak,
bilmek ve ortaya koymak istediler. Arte Povera sanatçıları geleneksel
tüm estetik kuralları, akılcılığı, yapısalcılığı, geleneği ve teknolojiyi
reddediyor, tarihi tersine döndürerek ilkele ve doğal olanı öne çıkarıyor.”(http://www.dilekkutzli.com/ArtePovera_t.html)
Ressamın kendi tarzı
ve geliştirmiş olduğu akım her yönü ile benim çalışmalarımda etkisini
gösterebilecek unsurlardandır.
Arquitectura , 'Tàpies 1963' (ters)
Eline sağlık
YanıtlaSil