8 Kasım 2017 Çarşamba

Gri İktidarı


Kerry Freedman’ın  yazmış olduğu “ Teaching Visual Culture”  (Görsel Kültürü Öğrenmek) kitabının Bölüm 1  “Mesleki Alan” konusunu incelemiş ve bu bölümün ilk başlığı olan “ Biçimlerin Sınırlarına Zorlanma” hakkında kendi ilgi ve tutumlarıma dayanarak Teaching Visual Culture kitabına bağlı kalarak hazırlamış olduğum bu metinde Arte Povera akımı kurucularından Antoni Tàpies ve Gri İktidarını ele alacağım.

Teaching Visual Culture

 Bölüm 1: Mesleki Alan   


Challenging the Boundaries of Forms (Biçimlerin Sınırlarına Zorlanma)

 İnsan var olduğu zamandan beri bir takım şeylerin inşası içindedir. Bunlar kimi zaman barınmak için kimi zaman daha kaliteli yaşayabilmek adına yapılmaktadır.  Milattan önceki zamanlarda insanlar  yabani hayvanlar ve doğa olaylarından korunabilmek adına M.Ö 3.bin yılda Güney (Aşağı) Mezopotamya’da kentleşmenin ilk adımları atıldı, M.Ö 4. bin yılın ikinci yarısında somut olarak ilk Uruk ve çevresinde görülen kentleşme(  Özlem Çevik , Anadolu’da  Kentleşme Süreci , İzmir , Doktora Tezi , Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü , İzmir -2004, s.30)

M.Ö 7000’li yıllarda Konya- Çatalhöyük ile Anadolu topraklarına taşındı.( blog.milliyet.com.tr)
Bakıldığı zaman “Kentleşme” dediğimiz gri iktidarı M.Ö tamamen yaşamı sürdürebilmek adına ve doğaya geri dönebilecek şekilde inşa edilmiştir. Barınmak için oluşan kentleşmelerde yapılar kerpiç , ahşap , taş , toprak vs. gibi organik malzemelerden yapılıyordu. Herhangi bir yıkılma durumunda geri dönüşüm sağlanıyor ve doğa bu malzemeleri kendi içine alabiliyordu. Ancak 21.yy bakacak olursak artık yapılar tamamen kimyasal malzemelerden ve tamamen doğaya zarar verir şekilde inşa ediliyor. Benim konum tam olarak burada başlıyor, modern dünyanın betonlaşması ve duvar iktidarı.

         İnsanlar yapılan bu doğa katliamının bütün sonuçlarını bilirler, öyle ki yok edilen doğanın insan psikolojisi üzerinde yıkıcı etkisi olduğunu, yaşam kalitesini düşürmekle birlikte sağlıksız insan sayısının arttığına da hakimdirler. Modern dünyada bu zararlı etkilerin tamamını görmezden gelmenin bir sebebi var tabi ki , rant yarışları ve  insanların bitmek bilmeyen hırsları  sayesinde kent toprağına verilen zararlar geri dönülemeyecek noktalara geliyor. Peki ya  insan neden varoluşundan buyana yaşamını sürdürdüğü evreni yok etmek için sürekli bir çaba altında ? Evren katliamı ilk olarak Bilişsel devrim ile başladı.  “Sapiens yerleşiminin hayvan Krallığı’nın başına gelmiş en büyük ve en hızlı felaketlerden biri olduğu yorumu kaçınılmaz olarak ortaya çıkar bundan en fazla etkilenenler  büyük ve tüylü canlılar oldu. Bilişsel Devrim'in gerçekleştiği dönemde dünyada 50 kilogram dan daha ağır 200 civarında büyük kara memelisi yaşıyordu. Tarım Devrimi döneminde sadece 100 tanesi kalmıştı. Homo sapiens, insanlar tekerliği yazıyı veya demirden aletleri icat etmeden çok önce gezegendeki bütün hayvanların yarısını yok etmişti.” Avcı ve toplayıcılar önce hayvanları yok etmeye başlayarak evrene zarar vermeye başladı. Sonrasında Tarım Devrimi ile doğanın katli başlamıştı artık. “İnsanların sık çalılıkları ve ormanları yakması da buğdaya yaradı. Ateş, ağaçları ve çalıları temizleyerek buğday ve diğer otların günışığını, suyu ve diğer besinleri tek başlarına sömürmesine yardımcı oldu.”(Yuval Noah Harari ( Çev. Ertuğrul Genç ) Sapiens İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi , Berdan Matbaacılık, İstanbul ,2015 , s.96)

  Görüldüğü gibi dünyaya verilen zarar, betonlaşma ve duvar iktidarı ile başlamamıştı elbette insanlar katliama çok daha önceden başlayarak ,önce hayvanları daha sonra ormanları ve şimdi bütün çevre ve havayı katlederek devam etmekte. Sapiens kitabı insanlar için şöyle bir tanımlama yapıyor ; “ Tarihsel kayıtlar Homo sapiens’in bir ekolojik seri katil olduğunu gösteriyor.” (  Yuval Noah Harari ( Çev. Ertuğrul Genç ) Sapiens İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi , Berdan Matbaacılık, İstanbul ,2015 , s.78)
Ne kadar muazzam ve gerçek bir teşhis bizler ekolojik birer seri katiliz doğru. Hayvanları keser biçer , kürkler , mantolar yapar hırs bürümüş gözlerimiz ile onlara bakarız. Ormanları ve ağaçları yakar ,keser mükemmel binalar ,siteler,  alışveriş merkezleri inşa ederiz.  Ekolojik birer seri katilken zamanla kendimizin seri katili olmaya başladık artık. Ormanları yakalım oksijen gitsin fabrikalar hava kirlilikleri gelsin. Daha fazla bina daha fazla insan daha fazla ölüm ve sonu duvar iktidarı..
         Modern dünyada betonlaşma o kadar arttı ki dünya üzerinde yeşil alan her geçen gün azalmakta. Çalışmalarımda ele aldığım konu tamamen sanayi ve betonlaşma üzerine dikkat çekmek istediğim kısım ise doğada değişen ekolojik sistem ve artık görmekte zorlandığımız yeşil rengi. Öyle ki İstanbul’da yeşil alan %2,2 dünya başkentlerinin bilgilerinin bulunduğu World Cities Culture Forum  (http://www.worldcitiescultureforum.com/)

2009 raporuna göre İstanbul’da  yeşil alan % 1,2 2015 Raporuna göre ise  % 2,2 yaşanılan hava kirliliği ve oksijen yetersizliği yeşil alan arttırma projelerini de beraberinde getiriyor.
   Dünyada yeşil alanlara bakacak olursak yüzdeler şu şekilde;


    
  World Cities Culture Forum  Raporu Verileri
2015
           Geçmiş sanat akımlarına bakacak olursak  birçok sanatçı dönemine göre eserler yapmıştır  bu dönemler onları farklı düşünmeye itmiş ve kimi dönemlerin akımlarını oluşturmuştur.  Yaşanılan o dönemde savaş varsa ölüm, yıkım, acı gibi konular benimsenmiş daha romantik dönemler  ise peyzaj , portre vs. konularını işlenmiştir. Picasso’dan yıla çıkacak olursak sanatçının belli dönemleri vardır. Mavi dönem , pembe dönem ve kübizm.  Ressam mavi döneminde o yıllarda sirk dünyasının hüzünlü yüzünü  resmeder. Bu dönemin mavi ismiyle nitelendirilmesinin sebebi, mavinin hüznü temsil etmesi kadar, sanatçının eserlerinde tek renk olarak maviyi ve tonlarını kullanmasından da kaynaklanır. Ressamın pembe döneminde mavi dönemine kıyasla daha neşeli konular içerir. Cambazlar ve gezgin sirkler bu dönemde picasso’nun vazgeçilmez konuları arasındadır. Kübizmde ise Picasso nesneleri geometrik formlar oluşturacak şekilde basitleştirir ya da geometrik şekillere böler. Verilen örnekte olduğu gibi  Sanat dönem şartlarına göre evrilmektedir.  .. 21.yy’da etrafımıza baktığımızda endüstri, sanayi , beton vs. insan psikolojisini melankoliye sürükleyen fazlaca nesne görürüz. Kafamızı çevirdiğimiz her yön muhakkak betona bürünmüş ve doğayı unutturmuştur. Sanayi sanatın bir konusu haline gelmiş ve sanatın içine girmiştir.  Sanayileşme ile gelişen fabrikalar ve sanayi malzemelerini işlemek dökülen duvarları resmetmek , küflenen demirlerin o muazzam rengini tuvale vurmak bana oldukça haz veren objelerdendir. Çalışmalarımda doğanın yorgunluğu, sanayinin donukluğu , terkedilen mekanlar ve bunların insanlara hissettirdiklerini yansıtmak istiyorum.

        Antoni Tapies ve arkadaşları ile  geliştirdiği sanat akımı “Arte Povera  (Yoksul Sanat)”. Antoni Tapies öncelikle yaptığı çalışmaları ile dikkatimi çeken bir sanatçı çalışmalarında yırtık tuvaller , saman , sicim , kumaş parçaları ve eski çoraplar gibi artık malzemelerin üstüne karalanmış eski duvar yüzeylerini anımsatacak biçimde gelişigüzel boyalar sıçratmaktadır. Yoksul Sanat ise ; “İtalya'da 1960'ların sonlarında sanatçılar yalnızca resmî, endüstri ve kültür kurumlarına karşı çıkmakla kalmayıp, sanatın bireysel bir ifade olarak var olmasının etik bir nedeni olup olmadığını da soruşturmaya başlamıştı. Düşünsel ve tasarımsaldan kaçınarak, doğanın, yaşamın ve davranışların temellerine ulaşmayı hedefleyen bu sanatçılar, sanat nesnesi yerine, yaşam koşullarına verdikleri önemle yalnızca gerçek olanı duyumsamak, bilmek ve ortaya koymak istediler. Arte Povera sanatçıları geleneksel tüm  estetik kuralları, akılcılığı, yapısalcılığı, geleneği ve teknolojiyi reddediyor, tarihi tersine döndürerek ilkele ve doğal olanı öne çıkarıyor.”(http://www.dilekkutzli.com/ArtePovera_t.html)

 Ressamın kendi tarzı ve geliştirmiş olduğu akım her yönü ile benim çalışmalarımda etkisini gösterebilecek unsurlardandır. 



Arquitectura  , 'Tàpies 1963' (ters) 


1 yorum: